Druças: 12 Haziran sonrası ya çözüm, ya Lahey

Druças, “Yunanistan’ın karasularını 12 deniz miline genişletme hakkı vardır. Ama Türkiye bunun “casus belli” (savaş sebebi) olduğunu öne sürüyor. Bu, BM Sözleşmesi’nin ihlalidir” dedi. Atina’daki makamında Hürriyet’e konuşan Druças’ın mesajları şöyle:

Ahmet, Yunan kamuoyu nasıl geriliyor düşün

Bize deniyor ki, ‘Türkiye komşularına sıfır sorun politikası uyguluyor, Türkiye değişti, uluslararası hukuka saygı gösteriyor, bölgede büyük oyuncu olmak istiyor, gerilim istemiyor.’ Bu söylenenlerin gerçek olmasını bekliyoruz. Bunu Davutoğlu’na da söylüyorum. Diyorum ki ‘Ahmet, ortak bir vizyonu paylaşıyoruz, hatta stratejik ortaklarız. Ama her gün gerilim için birçok neden çıkıyor karşımıza. Yunan halkının yaşadığı adalar üzerinde devamlı Türk savaş uçakları uçuyor, Türk donanmasının gemileri ülkemizin karasularının çok yakınından geçip duruyor. Ahmet, bunun Yunan kamuoyunda yarattığı gerginliği düşünün. Bu hareketler olumsuz bir atmosferden nemalanmak isteyenlerin eline koz veriyor. İnsanların yaşadığı küçük bir adanın üzerinden 10 Türk jeti 200 metreden uçuş yaptıktan bir gün sonra Başbakan Papandreu Türk-Yunan ilişkilerini savunmak için nasıl Erzurum’a gidebilir? Buna Yunan halkını nasıl inandırabiliriz? İki hükümet arasında böylesine olumlu bir atmosfer varken neden Ege’de bunlar oluyor? Bu soruyu soruyoruz ama gerçek bir yanıt alabilmiş de değiliz. ‘Her uçağı kontrol edemeyiz’ diyorlar. Bizim Yunan tarafı olarak meselemiz Türk hükümeti ile ordusu arasındaki ilişkiler değil. Sonuçlara bakarız. Sonuç da şu, Türk karşıtlarımızdan hoş sözler duyuyoruz ama ertesi gün Ege’de askeri faaliyet artıyor.

O gün Davutoğlu ile defalarca telefonda konuştum. Başbakan Papandreu’nun Erzurum’a gitmeyi çok istemesine rağmen o ortamda gidip gidemeyeceğini sorguladığını anlattım. Böyle bir provokasyonun ardından gidebilir miydi? Telefonda Başbakanımızın Erzurum’a gidebilmesi için gereken şeyleri duydum.

12 Haziran sonrası ya çözüm, ya Lahey

İstikşafi görüşmelerin o zamanlar benim koltuğumda oturan Yorgo Papandreu ve İsmail Cem tarafından başlatılmasının üzerinden 10 yıl geçti. 2004’e gelindiğinde görüşmeler umut vaat eden bir noktaya ulaşmıştı ki burada hükümet değişti. Görüşmeler Karamanlis Hükümeti döneminde de devam etti ama bizim başlattığımız dinamik süreç yaşanmadı. 2009’da tekrar iktidara gelince, geçen yıl Ankara ziyaretim sırasında görüşmelerin hızını kuvvetlendirme kararı aldık. Sonuç görmek istiyoruz. Erdoğan da aynı şekilde düşünüyor. Zaman tahdidi vermek istemiyorum ama görüşmeler açık uçlu olamaz. Son tarih demeyelim ancak Türkiye’deki haziran seçimi kritik bir tarihtir. Seçimden sonra “karar zamanı”. Ya çözüm ya Lahey Uluslararası Adalet Divanı. Temaslarımızdan ve yapılan açıklamalardan anladığım kadarıyla Türkiye’nin büyük adımı gerçekleştirmesi açısından Deniz Hukuku Anlaşması’nın imzalanması için zaman olgunlaşmıştır. Erdoğan ve Davutoğlu’nun ağzından duyduklarımızı sahada gösterecekleri cesur adımları atmalarının zamanıdır. O nedenle de Türkiye’ye şöyle diyorum: Uluslararası Deniz Hukuku Sözleşmesi’ni imzalayın. Kıta sahanlığı meselesi için ise Lahey’e gidebiliriz. Biz bu adımı barış için Türkiye ile birlikte atmaya hazırız.

Türkiye’nin sıfır sorun doktrini böyle mi geliştirilecek

Yunanistan’ın karasularını 12 deniz miline genişletme hakkı vardır. Uluslararası deniz hukuku bu hakkı Yunanistan’a da bütün kıyı devletlerine de verir. Ama Türkiye bu hakkımızı kullanmamızın “casus belli” (savaş sebebi) olduğunu ileri sürüyor. Bu deniz hukukunun en kutsal metni olan BM Sözleşmesinin apaçık ihlalidir. Ve şunu merak ediyorum: Türkiye, sıfır sorun doktrinini gerçekten bu şekilde mi geliştirmek istiyor? Savaş tehditlerinin yerinin olmadığı medeni bir çağda yaşıyoruz. Sonuçta bir tarafın arzusunu şiddetle tehdit ederek diğer tarafa empoze etme girişimi gücün değil zayıflığın işaretidir. Yunanistan’ın Milli Günü’nün kutlandığı Cuma günü (25 Mart) Türk savaş uçakları Atina FIR hattını ihlal etti. Türkiye bu yolla hiçbir şey kazanamaz. Ege’nin statüsü değişmez ve Yunanistan gerekli her vasıtayı kullanarak haklarını garanti altına almaya devam eder. Türkiye’nin bu tür davranışlarla kazandığı tek şey gerginlik ve güvenilirliği ile ilgili şüphe yaratmaktır. Bu durumdan hoşlanmıyoruz. Egemenliğimizi korumak için ne gerekirse yaparız.

Davutoğlu’nun Meis yorumu ortamı soğuttu

Davutoğlu’nun Kastelorizo’nun (Meis) Ege değil Akdeniz çerçevesinde ele alınması gerektiği açıklaması elbette her Yunanlıyı olduğu gibi beni de rahatsız etti. Kastelorizo, Dodecanese’in (Oniki Ada) bir parçasıdır ve deniz alanları Türkiye’ninki ile örtüşmektedir. İşin gerçeği budur ve burada soru işareti yoktur. Davutoğlu’nun yorumu ortamı soğutmaktan başka bir işe yaramadı. Ortak açıklamamızda da malumu teyit etmek durumunda kaldık ve şöyle dedik: İstikşafi görüşmelerin amacı Evros’dan Kastelorizo’ya iki ülkenin arasındaki kıta sahanlığının sınırlandırılmasıdır. Davutoğlu, yetenekli bir diplomat ve başarılı bir akademisyen. Kendisinden beklentilerim yüksek.

Anavatan kavramının günümüzde yeri yok

TÜRKİYE’nin Kıbrıslı Türkleri korumak için orada olduğunu söylemenin hiçbir anlamı yok. İşgal AB üyesi olmaktan kaynaklanan haklarını kullanmalarını engellese de Kıbrıslı Türkler AB vatandaşıdır. Güvenlikleri AB tarafından garanti altına alınmıştır. Ayrıca hiç kimse 75 milyonluk Türkiye’nin 750 bin Kıbrıslı Rum’dan korkması gerektiğini anlamıyor. Türkiye’nin asker çekerek Ada’ya nefes aldırmakla kaybedeceği bir şey yok. “Anavatan” kavramının da günümüzde yeri yok. Kuzey’deki eylemlerde gördüğümüz kadarıyla yerleşimciler ve Türk askeri Kıbrıslı Türkler için bir sorun. Kıbrıslı Rumlar ve Türkler kendi ortak toprakları olan, yeniden birleşecek olan bir Kıbrıs’ta özgürce tekrar birlikte yaşamak istiyor.

Yunan azınlığıyla Gökçeada hayali

(“Başbakan Erdoğan’ın ‘Türk vatandaşı olan İstanbullu Rumlar geri dönsün’ çağrısını nasıl karşıladınız” sorusu üzerine) Bence Sayın Erdoğan kalbinden konuşuyor. İstanbul’daki Yunan azınlığı İmroz (Gökçeada) ve Tenedos’da (Bozcaada) canlandırabilmek isterdim. Orada doğan Ekümenik Patrik Bartholomeos ve Davutoğlu ile birlikte İmroz’u ziyaret etmek istiyorum. Böylece hep birlikte Türkiye’de kalan az sayıdaki Yunanlı ile konuşup onların hayatlarını kolaylaştırmak ve gidenlerin çocuklarına ve torunlarına Ada’yı sevmelerini, bağlarını korumalarını sağlamak için neler yapılabileceğini konuşuruz.

Rehin muamelesi demode bir düşünce

(Davutoğlu Yunanistan ziyareti sırasında Batı Trakya’daki azınlığa dini ve etnik kimliklerini korumaları yönünde çağrıda bulundu. Sizi rahatsız eden bir şey var mı?” sorusu üzerine) Türkiye’de bazıları, dini ya da dili kullanarak ayak dayayacak yer elde etmek için komşu ülkelerdeki topluluklara mülkiyet muamelesi yapıyor. Bu jeo-politik satranç tahtasında insanlara isteğe göre kullanılabilir rehin muamelesi yapan demode bir düşüncedir. İstanbul’un bir zamanlar 200 bin olan bugün ise en fazla 2000 kişiden ibaret olan Yunan topluluğu kaybetmesine neden olan zihniyet budur. İnsan hakları konularında ülkeler arasında mütekabiliyet yoktur. Davutoğlu’nun bu zihniyete iştirak ettiğini düşünmüyorum. Kendisi yabancı ülkelerin iç işlerine karışılmaması gerektiğinin farkında. Yunanistan’ın da buna izin vermeyeceği ortada.

(hürriyet)