Gayrimüslimlerin Yeşilçam'da adı yok

Türkiye tarihinin en önemli yansımalarından biri Yeşilçam sineması. Bu görsel tarih içinde de azınlıkların temsili, toplumun belki yüzlerce yıllık önyargısını yansıtıyor.Beş Hasta Var filminden bir sahne. Müşteri, meyhaneciye adının Yorgo olup olmadığını sorar. Cevap; “Yorgo, Koço, Mihal, Aleko, Miço; ismin ne kıymeti var paşam?” Yeşilçam’da söz konusu azınlıklar olunca gerçekten de ismin pek bir kıymeti yok. Ya sinemaya hayat verenler? Toto Karaca ve Nubar Terziyan gibi istisnaların dışında Adile Naşit, Vahi Öz, Sami Hazinses, Kenan Pars gibi kimliklerini gizleyerek Yeşilçam’da ünlenen isimler çoğunlukta. Aram Gülyüz gibi gayrimüslim yönetmenler bile azınlık sinemasına ati bir dil oluşturamamış. Sebepleri belli, Yeşilçam sinemasının da toplumun azınlıklara karşı var

Onlara, meyhaneci, kuyumcu ya da seyyar fotoğrafçı olarak rastlayabilirsiniz. O zaman şanslısınız demektir. Genelde, huysuz pansiyoncu, paragöz hayat kadını veya zalim tefeci olarak karşımıza çıkalar. Onlar Yeşilçam’ın ötekileri. Cumhuriyet tarihimiz boyunca yoksayılan Gayrimüslimler’in sinemadaki yansımaları. İsimleri mi? Yorgo, Vasi, Despina ya da Kirkor. Ne fark eder ki? Kolektif Kitap’tan çıkan Yeşilçam’da Öteki Olmak isimli kitabında 1980’e kadar onlarca filmde azınlık karakteri inceleyen Yaşar Üniversitesi Araştırma Görevlisi Dilara Balcı Yeşilçam’a göre pek bir şey fark etmediğini söylüyor.

- Böyle bir araştırma yapma fikri nasıl ortaya çıktı?
- Mimar Sinan Üniversitesi, Sinema-TV bölümünde lisans eğitimime başladığımda Kurtuluş semtine taşınmıştım. İzmir gibi geçmişte Rum, Ermeni ve Yahudi nüfusunun çoğunlukta olduğu bir şehirde büyümüş olmama rağmen, gayrimüslimlere dair fazla bir fikrim olduğunu söyleyemem. Belki de bu yüzden Kurtuluş’un çok kültürlü ve canlı yapısı ilgimi çekmişti. İlk izlenimim Kurtuluş’ta pek çok Müslüman, Ermeni ve Yahudi ailenin iç içe yaşamasıydı. Gayrimüslimlerle iletişime geçmemiş birinin onlara dair fikirlerinin büyük bölümünü sinema ve edebiyattan aldığını düşünüyordum ve bu algının değişmesi için bir adım atmaya karar verdim.

- Cumhuriyet sonrası Türk sinemasının resmi ideolojiyle benzerlik gösterdiğini söyleyebilir miyiz? Azınlıklarla ilgili stereotiplerin de geleneksel Türk sanatlarından referans aldığını görüyoruz. Bu açıdan azınlık temsili geleneksel sahne sanatlarından sinemaya doğru nasıl bir evrimleşme yaşamış?

- Azınlık temsillerinin ilk örneklerine geleneksel Türk tiyatrosu ve edebiyatında rastlanır. Özellikle Karagöz ve ortaoyunu; Rum, Ermeni ve Yahudi tiplemeler açısından çok zengindir. Yeşilçam’da da benzer bir kalıplaştırmaya başvurulmuştur. Öte yandan Kurtuluş Savaşı sürecinde Rum çetelerle çatışılması, Sonradan Kıbrıs sorunu sebebiyle Rumlara yönelik algının değişmesiyle Rum güldürü tiplemesinin de sonu gelmiştir. Siyasi gelişmelerin gayrimüslim imgesi üzerindeki etkisi düşünülürse, sinema ve resmi ideoloji arasındaki ilişki daha iyi anlaşılabilir.

- Osmanlının son döneminde ve hatta Cumhuriyet’in ilk yıllarında bile sinema alanında azınlıkların her kolda aktif olduğunu görüyoruz. Buna karşın en azından kendi dillerini yaratacak birkaç alternatif bile üretememelerinin sebepleri nelerdir?
- Çünkü filmleri üretenler ve hedef kitleleri büyük çoğunlukla Müslüman-Türklerdi. O dönemde işletmeciler kendi bölgelerindeki seyirci kitlesinin ilgi duyduğu film ve oyuncuları bildirir, filmler bu isteklere göre üretilirdi. Örneğin; Ege Bölgesi’nde Efe filmleri büyük ilgi topluyordu. Gayrimüslimlerin ise Varlık Vergisi, 6-7 Eylül Olayları sonrası nüfusları giderek azalmaktaydı. Bu yüzden azımsanamayacak gayrimüslim oyuncu, yönetmen, yapımcı ve emekçinin çalışmasına karşın bir Ermeni, Rum veya Yahudi sinemasından söz etmek mümkün olamadı. Aram Gülyüz, Artun Yeres gibi Ermeni yönetmenler bile filmlerini seyirci kitlesine göre yaptılar.

- Kitapta, 50’li yılların başında azınlıklara daha objektif bir bakış gelişmeye başlamışken, 6-7 Eylül olayları ve DP iktidarının sansürcü tutumu yüzünden sinemanın yeniden azınlık karşıtı bir dil benimsediğinin söylüyorsunuz.
- Cumhuriyet’in ilk yıllarında, azınlıklara yönelik tutumun ve azınlık temsillerinin tüm yetersizliğine rağmen daha olumlu olduğunu görüyoruz. 1930’larda çekilen bazı filmler Rumca kopyayla gösterime girebilmişti. Bu filmlerde Rumca şarkılara yer veriliyordu. Cici Berber gibi Muhsin Ertuğrul filmlerinde müslim-gayrimüslim aşk öyküleri anlatılıyordu. 1950’lerden itibaren benzer film örneklerine rastlamamamız tesadüf değil. Gayrimüslim karakterlerin filmlerde olumsuz stereotiplerle sunulmaları DP iktidarının muhafazakârlaşan yapısıyla, Kıbrıs Sorunu ve 6-7 Eylül Olaylarıyla yakından ilişkili.

- Pek çok azınlık kökenli oyuncunun da kimliklerini gizlediği hatta reddettiği bir sinemanın olduğu görülüyor.
- Yeşilçam’da etnik ve dinsel kimliğini gizleyen çok ünlü oyuncu olduğunu görüyoruz. Bunların başında gerçek ismi Kirkor Cezveciyan olan Kenan Pars geliyor. 1950’lerde kariyerine jön olarak başlıyor ve 1990’lara dek karakter oyuncusu olarak kariyerini sürdürüyor. Aslen Ermeni olan oyuncu, ropörtajlarında Kirkor Cezveciyan ismiyle hatırlanmak istemediğini açıkça belirtiyor ve kendini Türk olarak hissettiğini ifade ediyor. Sami Hazinses, Turgut Özatay, Adile Naşit, Vahi Öz gibi oyuncuların etnik kimlikleri hâlâ sır gibi saklanır. Yeşilçam’da Ermeni kimliğiyle ünlenen tek oyucu Nubar Terziyan’dır. Belki biraz da Toto Karaca. Terziyan’ın canlandırdığı Ermeni karakterler de iki elin parmaklarını geçmez. Bir olayı örnek vereyim. Terziyan, Ayhan Işık’ın ölümünden büyük üzüntü duyarak gazeteye “Oğlum Ayhan. Dünya fanidir ölüm herkese nasip ama, sen ölmedin zira geride bıraktığın bizlerin ve milyonların kalbinde yaşıyorsun. Ne mutlu sana (...) Amcan: Nubar Terziyan” şeklinde bir ilan verir. Işık’ın ailesi ise bu ilanı düzeltme ihtiyacı duyar ve Nubar Terziyan’la akrabalık ilişkileri olmadığının altını çizer. Kısacası ailesi, Ayhan Işık’ın Ermeni sanılmasından büyük endişe duymuştur.

denizulk@gmail.com
(cumhuriyet)