Türk-Yunan aşkı ve mutfakta Türk-Yunan dostluğu ekranlarda
Yönetmenliğini Erdal Murat Aktaş’ın yapacağı televizyon programının yapımcılığını yapan,İstanbul'da "Maria'nın Bahçesi" restoranının sahibi Maria Ekmekçioğlu,Turkish Greek News'in sorularını yanıtladı.-Birkaç hafta önce Vana Barba Türkiye'yi ziyaretinde bir TV programı projesi yaptığınız duyuldu. Nasıl bir program düşünüyorsunuz?-Proje Erdal Murat Aktaş'ın bir fikriydi. Maceralı bir çekim yaptık Ege yemekleriyle ilgili, sonra aynı yemekleri haydi Sakız Adası'nda yapalım dedik.Orada da aynı yemeklerin yapıldığını gördü, çok şaşırdı, ne bu derken kafasında bu yolculukta bir senaryo oluştu, böyle bir dizi yapalım dedi. Bir yemek programı dizisi, aynı zamanda iki ülkenin kültürünü de konuşabileceğimiz bir program.-Neden Vana Barba'yı seçtiniz?-Yemek programını Vana'yla yapacağım, kendisi arkadaşımdır aynı zamanda. Zaten ondan başka bir sanatçı da düşünemezdim.Yemeği seven bir kişi, Yunanistan eski güzeli aynı zamanda ve de oyuncu. Bir çok güzel sanatçı var ama Vana çok dolu bir insan, Yunan kültürü, tarihi hakkında bilgili bir kişi. Tabi böyle bir programı boş bir insanla yapmak istemedim. Bu sadece bir yemek programı olmayacak, tencereye un, soğan koyup yemek yapmayacağız. Bir yemek kültürü programı olacak, tarihte bir yolculuk olacak. Bizans'tan girip Osmanlı'dan, Rum mutfağından girip Türk mutfağından çıkacağız. Ege'den Santorini'ye kadar gideceğiz.-Yemekleri siz mi yapacaksınız?-Yemekleri ve sunuculuğu ben yapacağım. Bir Türk sanatçı, Ege'yi iyi tanıyan Odyssea'nın yolunu iyi bilen bir Türk gazeteci, Yunanistan tarafında ise Vana olacak. Biz dördümüz 8 Ege kasabası , 8 Yunan adası olmak üzere tarihin içinde bir yemek yolculuğuna çıkacağız.-Ne zaman başlamayı düşünüyorsunuz?-Başladık bile, ilk bölümleri Alaçatı'da çektik. Asos, Ayvalık, Cunda, Bodrum büyük ihtimalle Didim, Datça gibi 8 küçük Ege kasabası da olacak.-Ne zaman yayınlanacak?-Bunları yönetmen biliyor ama eylül ekim gibi yayınlanacak televizyonda.-Buralardaki yerel yemekleri araştırdınız mı?-Tabi, ben uzun zamandır yemek araştırması yapıyorum. Ege'nin ta İyonya'dan kalma eski yemek kültürünü, Bizans ve Osmanlı'ya geçen yemekleri, mesela en önemli yemeklerden biri olan sulu pilav ki daha İtalyanlar risottonun r'sini bilmezken Ege'de kadınlar risotto yapıyordu ama buna sulu pilav diyorlardı.-Bugüne kadar gelmiş, hala yapılan yemekler hangileri?-Enginarı pilavla doldurup yaptıkları enginar dolması Ege'de hala yapılan bir yemek mesela. Barişte var, eski ismleriyle de yapacağız bu yemekleri, sonra çulama da çok eski bir yemek.-Siz bunları restoranınızda yapıyor musunuz?-Alaçatı'da yapıyorum.-Nasıl yetişiyorunuz bir İstanbul'a bir Alaçatı'ya?-Elimde bavulla bir oraya bir buraya. Bir hafta oradayım bir hafta burada. Tabi benim ailem büyük üç tane oğlum var üçü de restoranla ilgileniyor. Her restoranda bir oğlum kalıyor mutlaka.-Peki yemekleri kim yapıyor?-Yanımda çalışan, tariflerimi öğrettiğim aşçılarım var. Şimdi yanımda sekizinci senesini doldurmuş bir aşçım var. Mesela geçenlerde aşçılarımla beraber yaza merhaba partisinde Alaçatı'nın eski yemekleri yaptık.-Dedenizin Alaçatı'yla ilgili bir hatırası vardı galiba değil mi?-Dedem orada çok ciddi aşık olmuş ama ütopya kalmış. Çünkü kız Türk'müş, biliyorsunuz o yıllarda da bir Rum bir Türk evliliği çok zordu.-Hangi yıllardı?-Birinci Dünya Savaşı döneminde 1910'larda, dedem o Alaçatı nostaljisiyle son günlerinde hep Alaçatı Alaçatı diye sayıkladı. Selanik'e taşındıktan sonra İstanbul'da ölmek isteyip buraya döndü.-70'lerde gittiniz Selanik'e.-Evet, biz 76'da gittik. Bizim ailede son durak hep burası oldu.* * *-Bu yemek programından başka bir de film projesi var galiba..-Yine Erdal Murat'ın bir senaryosu var. O da bir Türk-Yunan dizisi olacak. Büyük bir aşk hikayesi, biraz dedemi hatırlatıyor ama herkes içinde bir şeyler bulacak. Eskiden İstanbul'da yaşayan herkes Rumlar ya da Türkler olsun birbirlerinin kızlarına aşık olmuştur.-Dönem olarak eski bir zamanda mı geçiyor?-Eski bir dönemden başlayıp bugüne kadar geliyor. Muhteşem bir senaryo oldu, ben de dizinin danışmanı olacağım. Tabi yemekler de olacak, çünkü yemek ve aşk en güzel konulardır diye düşünüyorum.-Politiki Kouzina (Bir Tutam Baharat) gibi mi?-O film sanki benim ailemin hikayesi. Geçenlerde Bilgi Üniversitesi'nde benim de üyesi olduğum Mutfak Dostları Derneği'nin düzenlediği yemek filmleri gösterimi vardı. Orada bu filmi beraber seyrettikten sonra derneğimizin başkanı Ahmet Örs bu film bana Maria'yla babasını hatırlattı dedi.Sahiden bizim hayatımız, yalnız benim değil İstanbul'da evini, işini, servetini, ailesini bırakan ve Yunanistan'a giden tüm Rumların hikayesiydi Politiki Kouzina filmi.-Aşçılık aileden mi geliyor sizde?-Profesyonel aşçılık ailede yok. Dedem doktordu, babamın fabrikası vardı. Eylül olaylarında çok sıkıntı yaşadı, bırakıp başka işler yaptı. Biz Yunanistan'a gittikten sonra o da arkamızdan gelmek zorunda kaldı çünkü çocukları Yunanistan'daydı.-Siz küçük yaşta gittiniz buradan Yunanistan'a değil mi?-14 yaşındaydım.-Peki buradan gitmek sizin hayatınızda nasıl bir iz bıraktı?-Çok zordu, yeni bir düzen vardı. Adada vapur iskelesindeki direğe sarılmıştım gitmek istemiyorum diye, adadaki arkadaşlarımla birbirimize sarılmıştık babam beni vapura bindirmesin diye.Tabi o günden sonra hayatımda başka bir sayfa açıldı.Yıllar sonra ilk eşimden boşandığımda otuzlu yaşlardaydım. Çocukça şeyler yapmaya başlamıştım lunaparklara gidiyordum, çocukça kitaplar okuyordum o dönem. Ben İstanbul'a döneceğim diyordum, psikolog olan kuzenim de bana “ya delirdin mi sen, üç çocuğun var. İstanbul'da ne yapacaksın, kimse kalmadı İstanbul'da” diyordu. Yok ben İstanbul'a döneceğim diye tutturdum, sonunda kuzenim bana teşhis koydu; sen ondört yaşında kitabı kapattın şu an da ön dört yaşında tekrar kitabı açmış gibisin, bu yaptıklarını o yaştaki bir çocuk yapar ancak dedi.-Demek kitap orada bitmemiş...-Aynen, o zaman 14 yaşındaydım on beş yıldır da buradayım 29 yaşındayım şu an, değil mi? Oğlum yirmi altı ben 29 yaşındayım...Ben demiyorum kuzenim böyle dedi, o Freud üstüne master yaptı.-Buradan Yunanistan'a gittiğiniz de yabancı hissettiniz mi?-Farklı bir kültürdü.Biliyorsun oranın “Türk tohumu” diye meşhur bir lafı vardır. Hoş karşılanmadık. Bir çok konuda farklar vardı, bir defa Yunanca'yla Rumca çok farklı, grameri, alfabesi aynı ama Rumca kelimeler vardı ki Yunanlılar duyduklarında gülüyordu. Biz de Yunanca bazı sözlere gülüyorduk. Okulda aksanımızla alay konusu oluyorduk, derse kalkınca çocuklar alay ediyordu. Sınıfta başarılı olsak kıskançlık doğuyordu, birçok çocuk okulu bırakmak zorunda kaldı.-Bir de kitap yazıyorsunuz, değil mi?-Dedemin hayatını yazıyorum.Dedem, babam, bütün ailenin hayatı aslında. Dedem doktordu.-Atatürk'ün doktoru olan dedeniz mi?-Tabi, doktorlarından biriydi. Tek doktoru değildi. Dedem Galatasaray Lisesi mezunu, Safranbolu'dan İstanbul'a geldiğinde hiç Rumca bilmiyormuş. Rum okuluna gidemediği için oraya gitmiş mecburen. 1911'de mezun olmuş, onun mezuniyet kayıtlarını buldum. Bizim ailedeki kadınlar ise ev hanımıydı. Eski Rum evlerinden, 3-4 katlı bir evimiz vardı. Bir katta babaanneler, bir katta anneanneler ama bütün kadınlar erkeklerini mutlu etmek için bir çaba içindeydi. Tabi bunun tek yolu yemekti. Mutluluk demek, aile demek yemek sofrası demek. Bütün hayat, mutfakta ve yemek odasında geçiyordu. Gün boyu mutfakta yemek pişirilirdi, hep bir mutfak sohbeti vardı. Babalar geç gelirdi, gelince hemen sofraya oturulurdu. Böyle kravatlı falan...-İki toplumu da iyi tanıyan bir kişi olarak sizce Türklerin ve Yunanlıların birbirlerine karşı nasıl önyargıları var?-Çok sevgi dolular diye düşünüyorum. Şu anda da eskiden de tüm farklılıklara rağmen birbirimizi tanıdıktan sonra sevgi dolu bir beraberlik oluyor, çünkü inanılmaz bir bağ, inanılmaz bir yakınlık var. Yunanistan'dan kalkıp buraya evlenmeye gelenler var. Benim iki oğlumun da kız arkadaşları Türk şu an, Türk kızlarını farklı ve saygılı buluyorlar. Gençler bu güzelliklerle eski olayları silmeye başladılar. Bence iki ülke politikalarından başka bir sıkıntı yoktu.-Peki size işinizle ilgili bir soru sormak istiyorum. Şehirlerde pazarlarda ya da marketlerde mevsimine göre bulabileceğiniz sebzelerin sayısı üçü beşi geçmezken mutfak kültürü yaşayabilir mi?-Marketler daha çok tüketiciye göre çalışıyor, daha pahalı ithal sebzeler meyveler satıyorlar. Köy pazarları olabilir belki, İstanbul'a yakın bir çok yer var. Buralarda her şey var, sadece vakit ayırmak gerek. Biraz da artık genç nesil çalıştığından evde yemek pişirilmiyor, artık her köşede bir restoran görüyorsunuz, aşçı olan olmayan herkes restoran açıyor. Durum böyle olunca insanlar büyük bir keyiften mahrumlar. Ben hep söylerim psikolojik tedavi mutfakta olur diye. Ailenin mutluluğu, aile düzeni sofrada kurulur. Bir aile sofrada beraber değilse o ailede bir düzen, bir bütünlük beraberlik olmaz. Kadın tencerenin başında ailesi için bir yemek yapmazsa o aile birbirine bağlı olmaz, bu konuda hiç şüphem yok. Bir kadın yemek yaparken çocuğunu, kocasını düşünür, ailesini mutlu etmek ister. Ama artık bunlar için zamanı kalmadı kimsenin. Daha fazla tüketmek için daha fazla çalışıyoruz.-Sizin çocuklarınız küçükken onlara yemek yedirme sıkıntısı yaşadınız mı?-Benimlilerde pek sorun olmadı. Bir de ailece sıfır beden olmaya çalışmadığımız için. Yemek konusu bu yüzden de geri adım attı, kızların beyinlerine koyulan zayıf olursan güzel olursun, zayıf olursan erkekler seni beğenir düşünceleri yüzünden ve o mankenleri göre göre hepsi sıfır beden olma peşinde. Ama bilmiyor ki o sıfır bedenler genç yaşta kaç hastalık sahibiler, o kadınlar menepoz dönemlerinde hangi hastalıklara sahip olacaklarını hiç düşünmüyorlar. Tabi tutup yüz kilo olmak da güzel değil. Ben çocuklarıma bazı yemekleri yedirmek için çok uğraştım, mesela karidesli bamya yapardım, bu konuda hayal gücünüzün geniş olması gerekiyor.-Yemek konusundaki başarınızı neye bağlıyorsunuz?-Başarı sevdiğin işi yapmaktır. Başka bir iş yapacağımı hiç düşünmedim. Ben çok verici bir karakterim, insanları mutlu etmeyi çok severim. İkinci olarak kaliteli malzemeler kullanmak. Son olarak da tencerimin başında dururum. Uzaktan emir vererek hiçbir işte başarılı olamazsınız. Restoranıma gelen müşterilerime gidip hoşgeldiniz derim. Burası benim evim ben evsahibiyim, buraya gelenler de benim misafirlerim. Biz bir aile işletmesiyiz, belki bu sıcaklık gelenlere de yansıyor. Bir restoranın bütün duyulara hitap etmesi gerekiyor. Koku, göze hitap etmesi yani dekorasyonu, kulak; iyi bir müzik, tat, dokunduğun örtünün keten olması.-Kaliteli malzeme bulmak zor olmuyor mu?-Dolaşmak araştırmak gerekiyor. Tereyağını Tire'den getiriyorum mesela. Ben otlarla yemek yapmaya başladığımda insalar gülüyordu bana, şimdi onlar da aynı yemekleri yapıyorlar. Çok araştırma yaptık. Eşim Haşmet Türközü bu başarının en büyük mimarı o, çünkü Türkiye'yi iyi tanıyordu. Malzemeler için bütün Türkiye'yi dolaştı eşim. Hangi bölgede hangi mevsimde ne otu var iyice araştırdı. Bana çok büyük yardımı dokundu.Maria EkmekçioğluMaria Ekmekçioğlu; Aşçı, Restoran Sahibi, Dekoratör.1964 yılında İstanbul'da doğdu. Selanik'te yaşadı. 1995 yılında Türkiye'ye döndü.Asıl mesleği olan dekoratörlüğü bırakarak Maria'nın Bahçesi'ni faaliyete geçirdi. Profesyonel yaşamına aşçı olarak devam ediyor.